Bağışık (Yuva) Atölyesi Katılımcıları

Çeşitli duygu gelgitleriyle deneyimlediğimiz küresel salgın sürecinde, kendimizin ve dolayısı ile toplumun önemli değişimlere gebe olduğunu görebiliyoruz. Bu anı yaşayana dek, konuda çok az bilgimiz ve öngörümüz olsa da, araştırdıkça, milattan önce 400lü senelerden başlayarak kayıtlara geçen her salgın döneminin doğada ve insanlık tarihinde büyük uyanışlar gerçekleştirdiğini öğreniyoruz. İnsanlığı zorda hissettiren bu gibi süreçleri incelediğimizde, durumun getirdiği şaşkınlıkla birlikte güncellenmemiş eski usuller ile yeni hastalığın mücadelesinin verilmesi, toplumların “yeni” döneme uyum sağlamasında en büyük zaman ve yaşam kaybını yaşatan bölüm olmuş. Deneyimlediğimiz yeni ve farklı dönemden geçerken, duygularımız, ihtiyaçlarımızın hızla değiştiğini hissedebiliyor, yaşam tarzımızın evrilip evcilleştiğini görebiliyoruz. Evimize yeni bir gözle bakıyor, sokağı alışılmışın dışında kullanıyoruz. Sosyal fayda sağlamaya yönelik olan, bizim de içinde bulunduğumuz yaratıcı sektörlerin değişime yanıt verme düzeneği de burada ortaya çıkıyor. Toplum yaşantısını oluşturan temel duygular, ihtiyaçlar ve veriler; yaşam tarzını ve toplumsal gelişimi körüklüyor, yaşantının oylumlarını/mekanlarını oluşturuyor, kullanıcıların veya mimarların yöre mimarlığını oluştururken tutunduğu ana kollardan biri oluyor. Anadolu’nun besleyip büyüttüğü kadim uygarlıklardan bu yana, bu tutumu toplumsal yapının yerel yerleşke özellikleriyle ilişkisinde  belirgin bağlarla görebiliyoruz. Bir taraftan teknolojinin, uzay biliminin yeni kulvarlar açtığı, diğer yandan doğanın kendini dengelemeye çalıştığı bu dönemde, elimizdeki araçlar ve güncel deneyimlerimiz ile geçmişin bilgeliği buluşup yaşantımızın oylumlarında neleri dönüştürebiliriz ve sağlıkla geleceğe taşıyabiliriz?

Bağışık atölyemizde, çeşitli uzmanlık ve ilgi alanlarından kişiler ile güncel küresel salgın durumunu, geçmiş tecrübelerden günümüze çözümler uyarlayacak şekilde ele alıp tartışmayı hedefliyoruz. Çalışmamızı halk bilimci, psikolog, arkeolog vb alanında uzman ve konuya katkı verecek kişiler ile genişleteceğiz. Ufuk çizgimiz, geleneğin içinden doğup özgünlüğe taşınacak fikirleri yakalamak. Çoklu disiplin pratiklerinden katılan kişilerden öğrenip farklı alanların potansiyellerini değerlendirerek, sürekli gelişen deneyimlerle proaktif çözümler geliştirmek. Kişisel sınırlarımızdan başlayarak, evrensel değerlere uzanan bu yolculuğumuzda, önemli bir arşivleme ile tartışma konularında ivmelenme yakalanmasına katkıda bulunmayı umuyoruz.

Atölye katılımcıları:

  1. Umut Kaya, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık, Öğrenci 4. Sınıf
  2. Zeynep Tekin, İstanbul Teknik Üniversitesi, Mimarlık, Öğrenci 4. Sınıf
  3. İrem Kıral, Yeditepe Üniversitesi, Mimarlık, Mezun
  4. Damla Doğaner, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İç Mimarlık Bölümü, Mezun
  5. Ayşin Karabay, Ankara Üniversitesi, Sosyal Çevre Bilimleri, YL Lisans/Doktora Öğrencisi
  6. Begüm Gümüşel, Doğuş Üniversitesi, Mimarlık, Öğrenci 4. Sınıf
  7. Zeynep Seda Atlı, Fırat Üniversitesi, Mimarlık, Öğrenci 3. Sınıf
  8. Halime Türkmen, KTO Karatay Üniversitesi, YL Lisans/Doktora Öğrencisi
  9. Beyza Özengül, Kocaeli Üniversitesi, Mimarlık, YL Lisans/Doktora Öğrencisi
  10. Yeşim Ustaoğlu, Sakarya Üniversitesi, Sanat ve Tasarım, Seramik sanatçısı, YL Lisans/Doktora Öğrencisi
  11. Doğa Su Kıralıoğlu, ODTÜ, Mimarlık, Öğrenci 4. Sınıf
  12. Vera Yıldız, Erciyes Üniversitesi, Mimarlık Bölümü / Sosyoloji, Öğrenci 3. Sınıf

Bu süreci ilerletirken, ilişkileri çerçevelemek adına toplumsal gelişim süreçlerinden yararlanacağız. Japonya önderliğinde, Endüstri 5.0 ile birlikte duyurulan Toplum 5.0 kavramı, anlam arayışımıza ortak olacak.  Bu yönergede Anadolu’da tüm yerleşim örneklerini gördüğümüz toplum gelişim süreçleri beş kısımda toplanıyor:

• Avcı-toplayıcı yaşam tarzı (Toplum 1.0)
• İlk ve orta çağ tarım odaklı yerleşimler; insanlığın en içgüdüsel yerleşim çağı (Toplum 2.0)
• Endüstriyel seri üretimler ve küresel ticaret dönemi (Toplum 3.0)
• Bilgisayarlarla bilgi paylaşımı ve dijitalleşme dönemi (Toplum 4.0)
• Sanal ve gerçeğin güçlerini birleştirmesi, insan odaklı, anlamlı dönüşümler dönemi (Toplum 5.0)

Alacahöyük
 Alina Sonea – The layered city illustrasyonu

Yakın geleceğe atfedilen böylesi bir anlam arayışı dönemi, tam da insanların kendilerini dönüşüm ve değişimin içinde bulduğu küresel salgın zamanına denk geldi. Bu süreçte biz de bütünü eksik ve yenilenen parçaları ile tekrar birleştirmeye çalışmaktan öte, tamamen parçalayıp yeniden özgün şekilde yapımını öneriyoruz. Bu yeniden yapım evresinde, “yuva” dediğimiz yer(ler)imizde, ritmi yakalayan, güncel deneyimlerimize alan açan, güzel hissettiğimiz bir sürece ilerleyebiliriz. Yuvamız kimi zaman evimiz, çadırımız, karavanımız, kimi zaman okulda ya da işyerinde kıvrıldığımız bir köşe. Yuvamız, bize yapılıp hazır verilen değil, bizim anlamlandırıp biçimlendirdiğimiz bir yer. Uzun süredir anlamından koparılmış bir kelime belki de… Kültürel ve toplumsal belleğimize kazınmış, ilmek ilmek işleyerek bu güne kadar evrilttiğimiz yaşama alanımız. Dış dünyayla yüzleşmiş, kendisini korumuş ve toparlamış en bağışık yanımız. Sizce de bağışıklığımızın ayrımına vararak daha “mutlu” yuvalar yeniden ele alınmayı hak etmiyor mu?

İçinde yaşadıkları çevre koşullarına biyolojik açıdan uyum sağlamış olan canlıların, değişken bir ortamda yaşam sürdürmeleri beklenemez. Ayrıca bulundukları ortamda oluşabilecek ani ve köklü bir değişim, önceki koşullara biyolojik açıdan uyum sağlamış olan canlıların, yaşamlarını yitirmelerine ve dolaylı yoldan köklerinin de kurumasına sebebiyet verir. Bu biyolojik kuramın tek istisnası, günümüz verileriyle 4,5 milyon yıl önce ortaya çıkan ve daha sonra ‘insan’ olarak adlandırılacak primatlardır.

İnsan denen canlı çok uzun süredir dünyanın her yerinde ve her tür ortamda yaşamını sürdürebilmekte, köklü iklimsel değişimlerle bile başa çıkabilmektedir. Yalnızca insana özgü bu ‘değişken koşullara uyum sağlama’ durumunun temelinde ‘insanın yaşadığı çevreye en alt düzeyde biyolojik uyum sağlaması’ yatar. Kendi donanımlarını yaşadığı çevre koşullarına uygun hale getiren hayvanların aksine biyolojik anlamda insan,bedensel açıdan yetersiz ve bu sebeple de yapısal olarak yeteneksiz bir canlıdır. İnsan, bu bedensel eksikliğini ve evrimsel sürekliliğini, önce yaptığı aletler, sonra da geliştirdiği makinalarla tamamlamıştır. İlk önce bedensel gücünü, çok daha sonralarıda yeteneklerini arttırarak içinde bulunduğu farklı ortamlara uyum sağlamayı başarabilmiştir. Bu somut gerçek, insan türünün tüm canlılardan farklı olduğunu ve diğerlerinin aksine bir kültür yaratımının var olduğunu ortaya koyar.

Başlangıçta ağaç dallarına tırmanarak, bunların diplerine veya kovuklarına sığınarak, jeolojik olarak mevcutsa kaya altlarına, mağaralara sığınmış ve çevre koşullarından korunmuş olan insan, diğer canlı türleriyle benzer davranışlar sergilemiştir. Bu durumda insan, var olanı olduğu gibi-bir değiştirme çabası gütmeden kullanmış dolayısıyla kendinden bir şey katmamış, kültürel iz bulundurmayan ‘sığınaklar’ kullanmıştır.

Alt pleistosen dönemde insan türünün kendisini doğa koşullarından korumak adına bir takım somut önlemler aldığı görülmektedir. Bu bağlamda arkeolojik olarak saptanabilmiş en eski yapısal belge rüzgâr çitidir. İnsan elinden çıkma bir kültür ürünüdür ve ilk ‘barınak’ niteliğini taşır.İnsan kendisini (ve belki de ailesinin diğer bireylerini) doğanın bedene olan etkilerinden korumak istemiş, herhangi bir sebeple belli bir yerde daha uzun barınabilmeyi amaçlamıştır.

Biyokültürel sebeplerle insan, daimî olarak başını bir dam altına sokma isteği içindedir. Bilinmeyeni bilinir kılmanın bilimi arkeoloji, yaşadığımız topraklar üzerindeki ilk barınak örneklerinin günümüzden 400.000 yıl önce İstanbul’da olduğunu ortaya koymuştur. Sığınaklardan, barınaklara, yerleşik yaşamdan Anadolu’da mimarlığın ilk örneklerine, höyüklerden köylerin oluşumuna, kasabaya gelişim süreçlerine dek yaşanan tüm olaylar bugünü anlamamızın en önemli araçlarıdır.

No Comments
Post a Comment