SİVAS İZLENİMLERİ – 1
Annem, Sivas’tan soğuk olduğu için İzmir’e gitmeye karar vermese, doğum yerimde Sivas yazacaktı… Ailem, ben doğduğum sırada Sivas’ta yaşıyormuş. Babamın tayini çıkınca, 79′ta taşındıkları ilden, ben 7 aylıkken taşınıp Bursa’ya göçmüşler. Yani, benim ilk adresim Sivas’taki Askeri Lojmanlar. Doğal olarak hiçbir şey hatırlamıyorum (hatta Bursa’daki ilk evimizi de hatırlamam). Ama ömrüm boyunca annemlerden Sivas hikayelerini dinlemişimdir. Soğuğunu, arkadaşlıklarını, uzaklığını. Bu yüzden Sivas’a gitmek istedim, Engin ile de karar verip aldık biletleri mart sonuna.
22 Mart Cumartesi sabahı, Atatürk Havalimanı’ndan THY ile uçtuk Sivas’a. Karşımıza başka bir kompakt Anadolu havaalanı geldi. Nuri Demirağ Havaalanı’nın Hatay, Antep ve Urfa’dan hiçbir farkı yok. Bir sivrizeka, kopyala-yapıştır halinde her ile aynı mimaride havaalanı yapıyor sanırım. Hiçbir yaratıcılığı olmayan bu sığ mantığa sadece hayret etmekle yetineceğim bu yazıda. Hemen Avis’e giderek araba kiralayıp koyulduk yola.
Havaalanı kentten 20 dakika uzakta bir tepede. Yol sadece havaalanına ait olduğundan oldukça boş. Daha önceden burasının askeri havaalanı olduğunu öğrendim, o yüzden bu kadar ücra bir yere yapmışlar. Biz direkt merkeze gidip otelimizi bulmaya karar verdik önce. Lakin şehir içinde oldukça trafik vardı. Çünkü hem kent meydanında BBP’nin mitingi vardı hem de cumartesi Sivas’ın en kalabalık olduğu günüymüş. Bizim otel de tam merkezde olduğundan, miting nedeniyle kapalı yolların arasından şehri bilmeden yol almak bayağı zamanımızı aldı. Ama sonunda Buruciye Otel’i bulduk.
Otelimiz 4 yıldızlı, güzel bir oteldi. Şehrin tam kalbinde yer alması bir artı ama gayet ara sokakta bulunduğundan bulması sıkıntı. Otelin hizmeti gayet iyiydi. Ertesi sabahki kahvaltısı da oldukça iyiydi. Lakin o kadar niyetlenmişken havuzuna girmek kısmet olmadı. Haftasonları sadece kadınlara aitmiş, Anadolu’dur deyip çok garipsemedik. Fiyatı odabaşı 170 TL. Tek gece için başarılı bir tercih.
Odaya çantalarımızı, hatta paltolarımızı da bırakarak hemen dışarı çıktık. Annemlerden o kadar soğuk hikayeleri dinledim (hatta babam mayısta kar yağdığını anlatırdı) ki gayet hazırlıklı gelmiştim, atkılar, boğazlılar filan. Ama hava çok güzeldi. Sadece akşamları giydim paltoyu, o kadar sıcaktı. Her neyse dışarı çıkıp babamların Sivas’taki en yakın arkadaşı olan Hüseyin Amca’yı bulduk. Hüseyin Amca doğma büyüme Sivas’lı, eczacı, hala merkezdeki eczanesi açık. Biz yürürken, çevredekilerden bolca selam aldı, Sivas küçük yer tabii, herkes birbirini tanıyor.
Hüseyin Amca, önce bizi öğle yemeğine götürdü Mis Kebap’a. Sivas’ın en ünlü lokantasıymış, Devlet Hastanesi’nin hemen karşısında. Lokanta esasında dönerci, yaprak usülü et döner yapıyor, “Sivas’a gidip de döner mi yenir!” demeyin, oldukça değişik ve güzel bir eti var. Üstelik gördüğüm en büyük döner oradaydı, takarken forklift kullanıyorlarmış. Ayrıca biz oradayken başka bir güzellik daha yaşandı, o sırada Show TV’de yayınlanan bir gezi programında Mis Kebap çıktı. Sahibiyle röportaj yaptılar, meğerse çekim 2 hafta önce yapılmış. O anda yayınlanıyomuş, sahibi de yanımızda izliyordu, bir anda telefonları çalmaya başladı. 🙂 Millet tebrik için arıyordu.
Kesik Köprü
Oradan çıkınca Hüseyin Amcalar’ın evine gittik, eşi Hamiyet Teyze’yi almaya. Kentin hemen dışındaki eve giderken Kızılırmak üzerinde harika bir taş köprüden geçtik. Köprünün adı Kesik Köprü’ymüş ve kesin tarihi bilinmemesine rağmen Selçuklulardan kaldığı söyleniyor. Hala aktif olarak kullanılan köprü, gerçekten çok hoş. Üzerinde tek yönlü trafik aktığından (327 m uzunluğa, 5 m genişliğe sahip) yeni köprü yapılması gündemdeymiş. Umarım bu harika köprüyü mahvetmezler.
Gök Medrese
Hamiyet Teyze’yi de gördükten sonra biz yine kente döndük ve kentteki tarihi yerleri gezmeye başladık. Önceliği Gök Medrese’ye verdik. Burası “Restorasyon nasıl kötü yapılabilir ki?” sorusunun en uç örneğini teşkil ediyor. Sevgili Kültür ve Turizm Bakanlığı, burayı yaklaşık 5 yıl önce kapayıp restorasyona almış, çevresine 2 metrelik bir duvar örmüş (ki hiçbir amacını tezahür edemedik) ve öyle bırakmış. İçeri zaten giremiyorsunuz, duvar yüzünden dışarıdan fotoğraf da çekemiyorsunuz! Böyle saçma bir mekan yani.
Abdi Ağa Konağı – Selamlık Salonu – Ahşap Yunmalık (Küvet)
Oradan Sivas Kalesi’nin hemen dibindeki turizme açılan eski bir konağa, Abdi Ağa Konağı’na gittik. Burasını gezmek bedava, kapıda ayakkabınızı çıkarıyorsunuz çünkü her yer halı. Eski Sivas’taki ev hayatını bir nebze olsun solumanıza yarıyor. Evin odaları gayet büyük ve birbiri içine gizlenmiş odalar mevcut. Anlaşılan insanlar pek göz önünde olmak istemiyormuş. Haremlik selamlık için iki farklı salon olması başka bir detay. Bir de yatak odasındaki tahta küvet enterasandı, bir nevi erken dönem evebeyn banyosu. 🙂
Sonrasında Engin ile ana meydana yürüdük. Sivas, tipik bir Anadolu kenti ama Selçuklu etkisi, Osmanlı’dan daha ağır basıyor. Burada merkezde bir ana cami yok. Ana meydanın çevresinde belediye, adliye sarayı (ikisi de şehir dışına alınıyormuş), Tarihi Kongre Binası (o da tadilattaymış, giremedik), Çifte Minare ile Buruciye Medresesi var. Bunların arasından üç ana cadde akıyor. En popüleri batıya giden İstasyon Caddesi (modern şehir planlarında tüm şehirlerin batıya doğru gelişmesi ve genişlemesi ilginç ama önemli bir detaydır). Diğerleri de kuzey ve güney yönlerinde.
Ana meydandaki amfi
Cumartesi olması dolayısıyla ortalık ana baba günüydü. İstasyon Caddesi, kalabalık bakımından İstiklal’i aratmıyordu desem yeridir. Buruciye Medresesi ve Çifte Minare’nin içlerine konuşlanmış cafeler hınca hınç doluydu. Bu iki tarihi yapının arasındaki taşlı yol ve önündeki amfi de, piyasa yapan gençlerin mekanı. Kimi dikilip ortalığı kesiyor, kimi yanındakiyle hoşbeş halinde, kimiyse voltasını atıyor. Sivaslı gençlerinin (en azından bir kısmının) sosyalleşme mekanı diyebiliriz.
Çifte Minareli Medrese
Çifte Minare, adı üstünde iki minareden oluşuyor. Çünkü yapının kalanı yıkılmış. Sadece işgal ettiği yer anlaşılsın diye alçak bir duvarla çevrelenmiş, lakin üstü açık ve cafe/çay bahçesi olarak kullanılıyor. Yapı, 1271 yılında İlhanlı Devleti’nin veziri Şemseddin Muhammed Cüveyni tarafından yaptırılmış. Önündeki yazıya göre de yapının çoğu 19. yüzyılda harap olmuş. Günümüze de çinilerle süslenmiş iki minaresi kalmış. Minareler, Selçuklu eseri olduğundan farklılığı hemen göze çarpıyor.
Çifte Minare’nin tam karşısında ise Şifaiye Medresesi yer alıyor. Uzun süre darüşşifa olarak kullanılan yapı, Anadolu Selçuklu hükümdarı I. İzzeddin Keykavus tarafından 1217′de yaptırılmış. Yapının bir bölümünde Keykavus’un türbesi de bulunuyor.
Buruciye Medresesi
Onların hemen yanı başındaki Buruciye Medresesi ise okul olarak hizmet vermiş asırlar boyunca. Yine Anadolu Selçukluları devrinde 1271′de Hibetullah Burucerdioğlu Muzaffer Bey tarafından yapılmış. En dikkat çeken tarafı kapısındaki muazzam oyma işçilik. Gerçi bir sonraki gün ziyaret ettiğimiz Divriği Camisi’ndekilerin yanında sönük kalsa da yine de dikkat çekiyor. Selçukluların büyük önem verildiği anlaşılan taş işçiliğinin Osmanlılar’da devam etmemesi büyük kayıp olmuş bence. Yapı, şu anda kafe olarak kullanılıyor.
Buraları gezdikten sonra İstasyon Caddesi boyunca bayağı yürüdük. Dönerken de güzel bir pastane olduğunu düşündüğümüz Kılıçoğlu Pastanesi’ne girdik. Birer tatlı yedik, oldukça lezzetliydi. Ordan da otele dönüp biraz dinlendik. 8 civarı Hüseyin Amca eşiyle geldi, bizi yemeğe çıkardı. Otele çok yakın olan 3 Nesil Kebap Salonu’na gittik. Burada esas olarak Sivas Köftesi yedik ki çok güzeldi. Köfte, sadece kıymadan oluşuyor, başka ek harç malzemesi ihtiva etmiyor. Tutması için de oldukça dövülmüş, yerken bifteğe yaklaşan bir tat alıyorsunuz. Bilirsiniz Anadolu’nun her köşesinde ‘meşhur(!)’ köfteler vardır ama ilk defa biri, oldukça farklı ve lezzetli çıktı. İşin daha komiği ise, 1 ay sonra annemlere gittiğimde annemin bana köfteyi sorması oldu. Çünkü annemlerin zamanında böyle bir köfte yokmuş! Yani biri son 30 yılda çıkıp böyle bir köfte türetmiş ama iyi de olmuş. 🙂
Çıkışta annemin siparişi üzerine pastırmacıya gittik. Annem birkaç defa söyleyince ben de merak etmiştim. Meğerse gerçekten pastırmanın en iyisi Sivas’ta yapılırmış. Sarıönder Pastırma-Sucuk-Kavurma’dan hem pastırma hem de sucuk aldık, ikisi de güzeldi ama pastırması bir başka. Sivas’a uğrarsanız mutlaka biraz pastırma alın, aldığınıza değecek.
Ardından otele dönüp fazla geç olmadan yattık. Çünkü ertesi günkü yolumuz çok uzundu ama değdi sonuna kadar. O yolculuğun hikayesi de diğer yazıya kalsın.
(Fotoğrafları için Tuğçe Kuruç‘a teşekkür ederiz.)
[one_half] [align type=”left”] [/align] Yazan: Artun Bötke
gönüllü gezgin, mühendis, artunbotke.com yazarı